Aykul Topçu Hukuk Bürosu


  YARGI VE SORUNLARI ÜZERİNE BİR İNCELEME   EKO-HUKUK VE ORMANLARIMIZ   YABANCILARA ARAZİ SATIŞI KONUSUNDA HUKUKSAL İNCELEME   EKO-HUKUK ve ÜSTÜN KAMU YARARI   TEMEL DOĞAL VARLIKLARIMIZDAN ORMANLARIMIZ VE 2B SORUNU   TARIM ALANLARI ve MERALARDA AMAÇ DIŞI KULLANIM ve ÜSTÜN KAMU YARARI   ÜÇÜNCÜ KÖPRÜ VE EKO-HUKUK   YARGITAY İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME BÜYÜK GENEL KURULUNUN 30.04.2010 TARİH ve ESAS:2004/1 KARAR:2010/1 SAYILI İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KARARININ DEĞERLENDİRİLMESİ   DOĞAL VARLIKLARA ZARAR VEREBİLECEK YENİLENEBİLİR ENERJİ YATIRIMLARINDA DANIŞTAY UYGULAMASI ve ÜSTÜN KAMU YARARI   TABİATI VE BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ KORUMA KANUNU TASARISI DEĞERLENDİRMESİ ve ÖNERİLER   Havza Yönetimi , Örgütlenmesi ve Genel Su Kanunu (Su Çerçeve Yasası) Projesi   Türk Hukuk Sisteminde Çevre ile ilgili Konularda Bilgiye Erişim-Katılım-İdareye/Yargıya Ulaşım Hakları ve Aarhus Sözleşmesi   YABANCILARA ARAZİ SATIŞI KONUSUNDA ANAYASA MAHKEMESİNİN 2644 SAYILI TAPU KANUNU DEĞİŞİKLİĞİ İLE İLGİLİ 5872 SAYILI KANUN HAKKINDA SON KARARININ DEĞERLENDİRİLMESİ   ANAYASA MAHKEMESİNİN, 5831 SAYILI ve 3402 SAYILI KADASTRO ve 6831 SAYILI ORMAN KANUNU DEĞİŞTİREN KANUN HAKKINDAKİ 12.05.2011 TARİHLİ KARARININ DEĞERLENDİRİLMESİ   2A ve 2B ALANLARI İLE İLGİLİ TASARI ve CHP TEKLİFİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME   EKOLOJİK HUKUK AÇISINDAN YENİ ANAYASA GELİŞMELER-SORUNLAR-ÖNERİLER   648 SAYILI KHK ve DAYANAĞI 6223 SAYILI YETKİ KANUNUNUN EKOLOJİK HUKUK AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ   TÜRKİYE’DE EKOLOJİK HUKUK UYGULAMALARI (ve özelde Trakya)(ECOLOGİCAL LAW PRACTİCES IN TURKEY specially in Thrace)   KENT HUKUKU VE ŞEHİR PLANLAMASI AÇISINDAN TAKSİM MEYDANI YAYALAŞTIRMA PROJESİ  HUKUK SİSTEMİNDE TEMEL İNSAN HAKLARI ve GELİNEN SON AŞAMA; “DÖRDÜNCÜ KUŞAK HAKLAR ve BUNLARI TALEP HAKKI”  MERSİN-AKKUYU NÜKLEER GÜÇ SANTRALİ İLE İLGİLİ ÇED OLUMLU KARARININ ve NİHAİ ÇED RAPORUNUN HUKUKSAL AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ  MERSİN-AKKUYU NÜKLEER GÜÇ SANTRALİ ANLAŞMASININ HUKUKSAL AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ  TÜRKİYE’DE ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRME HUKUKU ve SON ÇED YÖNETMELİĞİ

EKO-HUKUK VE ORMANLARIMIZ

A) GİRİŞ ve EKO-HUKUK KRİTERLERİNE BİR BAKIŞ  :

Giriş :

Panel konumuzun başlığına “Eko-Hukuk ve Ormanlarımız” diyerek konuya bakış açımızı net bir şekilde vurgulamak istedik. Eko-Hukuk bugün yaygın olarak kullanılan bir deyim değil ama hızla yayılan ve gelişen bir deyim. “Dünyanın Durumu” Yayınları ile tanıdığımız ve World Watch Enstitüsü kurucusu ve eski başkanı ve Earth Policy Enstitüsü Başkanı olan Lester R.BROWN 2001 yılında Eco-Economy adlı eseri yayınladı ve bu kitap TEMA Vakfı tarafından 2003 yılında dilimize çevrildi. Ekonomiye (Doğal olarak kısıtlı ve belli konulara) ekolojik bir bakış açısı getiren bu eserin 204 ve devamı sayfalarında 1984 yılında ekologların ve psikologların insan-doğa temassızlığının yarattığı olumsuzluk olan  biophilia hipotezini oluşturduklarını ve 1993 yılında bu konuda oluşturdukları yayınları geliştirdiklerini  anlamaktayız. Böylece eko-psikolojinin 20 yıllık bir geçmişe sahip olduğu görülmektedir. Yine World Watch Enstitüsü yayınlarından olan World Watch Paper ‘ın Kasım 1995 sayısının Eco-Justice (Eko-Adalet) başlığı ile yayınlandığı tespitlerimiz arasındadır. Henüz geçmişi 10 yılı bile bulmayan Eko-hukuk için bu nedenle yayılan ve gelişen bir deyim tanımını kullandık. Özetle 2B ve Ormanlar konusuna bakış açımız eko-hukuk açısından olacaktır. Yani mevcut bütün hukuksal normlara önce ekolojik perspektiften bakılacak hukuk kriterleri ekolojik normlar ile uygulanacaktır. Bunları şöylece inceleyebiliriz;

 

 Eko-Hukuk Kriterlerinden Bir Kısmına Bakış :

. Çevremizdeki temel varlıklar olan toprak, su, hava ile flora ve fauna bizim için ne anlam ifade etmektedir? Bunlar bizim için doğal varlık mı yoksa, doğal kaynak mıdır? Eğer klasik bakış açısı ile bakarsak ve öncelikli olarak gelişmemiz için bir vasıta, yani tüketim amaçlı olarak görürsek bunlar bizim için birer doğal kaynaktır. Yok eğer bunların öncelikli olarak korunması ve mümkünse olduğu gibi korunması gayesi ile hareket eder ve tüketim gereksinimlerimizi ikinci sıraya koyarsak, işte o zaman onlar bizim için birer doğal varlıktır. Onlar varsa bizde varızdır. Aslında onları bilinçsizce tüketirken geleceğimizi de tüketmekteyizdir. İşte bu temel varlıkların doğal varlık olarak görülerek hukuk normlarının oluşturulması ve uygulanması eko-hukukun en önemli kriterlerinden birisidir.

. İnsanlık gelişip uygarlık oluştururken nüfusunun ve gelişmesinin hızı ile orantılı olarak dünyayı tüketmektedir. Uzun yıllar dünya bunu dengeleyebilmiş, fakat yirminci yüzyılla birlikte bu dengeleme durmuş ve hatta hızlı bir bozulmaya dönüşmüştür. Ozon tabakasındaki yırtık, karbon emisyonundaki artış ve küresel ısınma hepimizin bildiği olumsuzluklardır. Bu olumsuzlukları dengeleyebilmek için artık her faaliyetin başına “sürdürülebilir” kavramı eklenmektedir. Yine bilineceği gibi bu kavram ilk defa BM Rio Konferansında 1992’de ortaya konmuş ve “sürdürülebilir gelişme” olarakkabul edilmiştir. Fakat bu kavramın ayrıntılı tartışılması sonucunda 2000’li yıllarda, bunun İNSAN MERKEZLİ olduğu, insanın büyük Dünya eko-sisteminin bir parçası olduğu ve ASIL MERKEZİN YAŞAM olduğu kabul görmeye başlamıştır. Sürdürülebilir gelişmede asıl amaç gelişme olduğundan çevresel değerler limit altına çekilebilmekte, daha doğrusu limit değerler egemen güçlerce belirlenebilmektedir. Fakat sürdürülebilir yaşamda asıl olan Dünyamızın geleceği olup, limit değerlerde tutulması gereken gelişmedir. Tabii bunu kapitalist ekonomi ve onun dünya görüşü ile bağdaştırmak oldukça güçtür. İşte eko-hukukun bir diğer önemli kriteri de, hukuk normlarının oluşma ve uygulamasında sürdürülebilir yaşamın esas alınmasıdır.

. Kamu Hukukunun önemli bir bölümünü oluşturan Anayasa ve İdare hukuklarında kamu yararı çoğumuzun bildiği ve kullandığı bir kavramdır. Hatta bu kavram idare yargısında temel kriterlerden birisidir. İşte iddialar veya tercihler karşılaştırmasında yarışan kamu yararlarından birisine eğilim göstererek “üstün kamu yararı” nı oluşturduğumuzda,  eğer doğal varlıkların korunmasını ve sürdürülebilir yaşamı esas alıyor ve insanlığın geleceğini ve çıkarlarını veya çekişmeyi ancak doğanın korunacağı çözümlerle oluşabileceği bir kamu yararına üstünlük veriyorsak, eko-hukuku uyguluyoruz demektir.

. Ve yine gerek üstün kamu yararına ulaşmaya, yahut her hangi bir niza ile ilgili fayda-maliyet analizinde eğer sadece yatırımın veya bir olayın görünür hesaplaması olan arazi ve yatırımın temel unsuru olan ana sermaye, işçilik, işletme sermayesi gibi klasik maliyet hesaplarının dışına çıkarak “görünmeyen maliyeti” hesaplayabiliyor, örneğin;

   - Altın üretiminde üretilen altının yanında siyanür havuzunun ortadan kaldırılma veya yaratacağı riskin maliyetini hesaplayabiliyor,

­ - Nükleer santralın yapım maliyetinin yanında söküm ve atık muhafaza maliyetini de hesaplayabiliyor,

  - Ülkenizin tek birleşik kuş göç yolu üzerine ve sulak alanın göbeğine havaalanı yaparken, Hava Kuvvetleri Komutanlığınızın burada yılın 140 günü yüksek, 60 günü orta seviyede kuş-uçak çarpışma riski vardır uyarısına ve Yargı kararına rağmen buraya 22 trilyon yatırıldı, çürüsün mü sorusuna karşılık bir tek insanın yaşamının fiyatını sorabiliyor ve kuş-ağaç birlikteliğinin yaşamın özü olduğunun ve bunu yok etmenin maliyetini hesaplayabiliyorsak, işte biz konuya ve uygulamaya eko-hukuk açısından yaklaşıyoruz diyebiliriz.

Sempozyumun temel konusu olan 2B ve bunun Anayasa değişikliği ile farklı bir boyuta getirilmesi sürecine gelirsek;

 

B) 2B’NİN GÜNDEMİMİZE GELMESİ :

 

Anayasa’ya Yansıyan 2B :

   Bir süredir, sadece orman hukuku ile ilgilen taraflar dışında pek gündeme getirilmeyen ve kısaca 2B denen orman dışına çıkartma işlemi, geçtiğimiz yıl Hükümetin Anayasa’nın 169 ve 170nci maddelerinde yapmak istediği değişiklik ile kamu oyunun gündemine geldi ve referanduma kadar uzanan tartışmalar yapıldı. Her ne kadar Hükümet tarafından askıya alınmış olsa da, bir kısım ormancının, orman işçi ve köylüsünün ve onun kooperatiflerinin, Orman Mühendisleri Odası başta olmak üzere pek çok odanın, bilim adamlarının, TEMA Vakfı başta olmak üzere bazı gönüllü kuruluşların ve yine üç büyük kentin Barolarının karşı çıktığı ve “Ormanlarımıza Sahip Çıkalım Birliği” adı altında yaklaşık 70 kuruluş olarak birleştiği bu olayı anlamak ve için kısaca değişiklikleri ve bu süreci bir hatırlayalım :

 

Anayasanın 169/2nci Maddesinin Değişikliği ve Getirdikleri ;

ESKİ 169/2NCİ MADDE :Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.

YENİ 169/2NCİ MADDE :Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir, işletilir ve işlettirilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.

Açıklamalar ;

1. Devlet ormanlarının taahhüt yolu ile işletilmesi ve böylece gerçek amaç olan özelleştirilmesi hedeflenmektedir.

2. Ormanlardaki üretim, orman köylüsünden ve onların oluşturduğu kooperatiflerden alınarak özel kişi ve kuruluşlara verilmek istenmektedir. Bu orman köylüsünün daha da yoksullaşması demektir. Uygulamaya geçildiğinde orman köylüsü ile, işletmeci karşı karşıya gelecek, çatışmalar olabilecek,toplumsal barış bozulabilecektir.

3. Devlet dışında yapılan üretimin kontrolu mümkün değildir, kuralsız ve kaçak kesim önlenemez. Bu orman doğal varlığının ağır tahribatı sonucunu doğuracak, o da erozyonu, yoksulluğu ve açlığı ve yeni göçleri tetikleyecektir.

4. Bu değişiklik, kızılağacı, kestaneyi orman ağacı dışına çıkartmayı kendi ekonomik çıkarı için yegane amaç gören küçük bir azınlığın dışında hiç kimse için bir yarar oluşturmayacaktır.

5. Devlet ormanlarının işlettirilmesi sonucunda, zaten sınır değerlere inmiş olan bu doğal varlığımız yabancı işletmecilerin keyfine bırakılacak ve Anayasa’nın daha önce değiştirilmiş bulunan 47,125 ve 155nci maddeleri gereği Türk Adaletinin yargı erki dışına çıkacak ve bağımsızlığımız tartışılır hale gelecektir.

6. Bir yenilik diye getirilen Devlet ormanlarının işlettirilmesi usulü, aslında Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde ve Cumhuriyetin de ilk yıllarındaki usül olup, ormanlarımızın ne hale geldiği ortadadır. (Zingal A.Ş. örneği) Aslında uluslar arası sermayenin dayatması olan bu değişiklik, en önemli  doğal kaynaklarımızın bir bileşkesi olan orman doğal varlığımızın, bu en önemli servetimizin sonunda yabancıların eline geçmesi sonucunu doğurabilecektir.

 

Anayasanın 170nci Maddesi Değişikliği ve Getirdikleri :

ESKİ 170NCİ MADDE :                          Orman köylüsünün korunması

   Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde, Devletle bu halkın işbirliği sağlayıcı tedbirlerle, 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerin değerlendirilmesi, bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırları dışına çıkartılması; orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına tahsisi kanunla düzenlenir.

   Devlet, bu halkın işletme ve araç ve gereçleriyle diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırıcı tedbirleri alır.

   Orman içinden nakledilen köyler halkına ait araziler, Devlet ormanı olarak derhal ağaçlandırılır.

YENİ 170NCİ MADDE :    Orman sınırları dışına çıkartılan yerlerin değerlendirilmesi ve orman

                                                                               köylüsünün desteklenmesi

    Devlet, ormanların içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımından, ormanların gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirleri alır.

    Bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırları dışına çıkartılması; Orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına tahsisi kanunla düzenlenir.

    31.12.1981 Tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş ve orman sınırları dışına çıkartılmış yerlerin devri, tahsisi, terki, kiraya verilmesi, üzerinde sınırlı ayni hak tesisi, satışı ve satış gelirlerinden orman köylülerinin kalkındırılmalarının desteklenmesi amacıyla ayrılacak payın belirlenmesi kanunla düzenlenir. Orman köyleri sınırları içinde kalan yerlerin satışında kullanıcısı orman köylüsüne öncelik tanınır.

    Devlet, bu halkın işetme araç ve gereçleriyle diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırıcı tedbirleri alır.

    Orman içinden nakledilen köyler halkına ait araziler Devlet ormanı olarak derhal ağaçlandırılır.     

Açıklamalar;

1. Görüntüdeki amacı yerleşim alanı haline gelmiş orman alanlarındaki sorunu çözmek ve böylece bir gelir elde ederek kaynak yaratmak olan bu değişikliğin asıl amacı bir avuç rantiyeye yeni paralar kazandırmak ve çok değerli bazı orman alanlarını birilerinin mülkiyetine geçirtmektir.

2. Eğer gerçekten kangren halini almış olan, yerleşim alanına dönüşen orman alanları ile ilgili sorununu çözmek niyetinde olunsa idi, sorunun kaynağı olan Anayasa’nın 169 ncu maddesinin son fıkrası ile Orman Kanununun 2B maddesinin değiştirilmesi gerekirdi.

3. Öncelikle bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmek kavramı doğru bir kavram olmayıp, bu kavramın her derecedeki hukuk normundan çıkartılması gerekir.Orman, deniz veya su altında kalmadıkça, lavlarla kaplanmadıkça veya tamamen göçerek üstü başka bir örtü ile kaplanmadıkça, sırf ağaç varlığı yok oldu diye niteliğini kaybetmez.

4.  Mevcut düzenlemede 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından niteliğini kaybederek orman dışına çıkartılan alanlar sadece orman köylüsüne tahsis edilebilirken, yapılan değişiklikle hükümete geniş bir tasarruf yetkisi verilmektedir. Özellikle iş bu yetkilerden devir ve terki anlamak mümkün değildir, kim, kimin malını, kime devretmekte veya terk etmektedir? Seçimle Parlamento dışında kalan önceki iktidar ortakları, orman dışına çıkartılan alanları bir yasa ile satma girişiminde bulunmuşlar, fakat bu Anayasa Mahkemesinden geri dönmüştü. İşte,  ORMANLARLA İLGİLİ TEMEL ANAYASAL SİSTEM, BU DEĞİŞİKLİKLE ORTADAN KALDIRILMAKTADIR.

5. 25 Milyar Dolar beklenti tam bir ham hayaldir. Uluslar arası tahkim ile ilgili Anayasa değişiklikleri yapılırken de 135 Milyar Dolar yatırım beklendiği, 30 Milyar Doların ise kapımızda olduğu söylenerek kamu oyu 1998 yılında aldatılmıştı. Unutulmamalıdır ki, ne orman köylüsünde bu alanları satın alacak para vardır, ne de buraları işgal edenlerin ödemeye niyeti vardır.

6. Üstelik satış sonrası elde edilecek gelirin gerçek ihtiyaç sahibi olan orman köylüsüne nasıl yansıtılacağı da müphem olup, büyük bir ihtimalle buradan sağlanacak kaynak iç ve dış borçların faizine gidecektir.

7. Kanunlara karşı gelenler bir kere daha ödüllendirilecek olup, bu değişiklik tamamen örtülü bir ORMAN SUÇLARI AFFIDIR.

8. Tapulu mülkleri, 1945 yılındaki 4785 sayılı Yasa ile yapılan devletleştirme ve hak düşürücü süre nedeniyle elinden çıkan ve suçları sadece Devletin verdiği tapuya güvenmek olan ve tapulu mülklerini kaybederek yıllardır Devletle davalı olan insanların mağduriyeti ortada dururken, işgalcilerin ödüllendirilmesi gerçek bir haksızlıktır.

9. Bu değişiklik ne ormanı, ne orman köylüsünü, ne de tarım alanlarını ve meraları korumaktadır.

10. Bu değişiklik ANAYASA’NIN DEĞİŞTİRİLEMEZ HÜKÜMLERİNDEN OLAN SOSYAL DEVLET VE HUKUK DEVLETİ İLKELERİNE  AYKIRIDIR.

   Bilahare toplumsal direnim ve Cumhurbaşkanlığınca yasanın geri gönderilmesi nedeni ile 169ncu madde değişikliğinden tamamen 170nci madde değişikliğinden ise satış hariç vazgeçilmiş ve 170nci maddenin yeni hali aşağıdaki gibi oluşmuş ve bu da bir kez daha görüşülmek üzere Cumhurbaşkanlığınca iade edilince, bu girişim Hükümetçe askıya alınmış ama zaman zaman gündeme getirilmiş ve getirilmeye devam etmektedir.

Yeni 170nci Madde ;

B:Orman köylüsünün korunması, desteklenmesi ve orman sınırı dışına çıkarılan yerlerin değerlendirilmesi

Madde 170- Devlet, ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımından; ormanların gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirleri alır.

Bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırları dışına çıkartılması; orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına tahsisi kanunla düzenlenir.

31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş ve orman sınırları dışına çıkartılmış yerlerin; idaresi, satışı, satış esas ve usulleri, satış gelirlerinden orman köylülerinin kalkındırılmalarının desteklenmesi ile ağaçlandırma ve erozyon kontrolü amacıyla ayrılacak payın belirlenmesi kanunla düzenlenir. Bu yerlerden orman köyleri sınırları içinde kalanların satışında, kullanıcısı orman köylüsüne öncelik tanınır.

Devlet, bu halkın işletme araç ve gereçleriyle diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırıcı tedbirleri alır.

Orman içinden nakledilen köyler halkına ait araziler, Devlet ormanı olarak derhal ağaçlandırılır.

   Cumhurbaşkanlığının birinci iade gerekçesindeki en dikkat çekici husus, Devletin ormanlar üzerindeki mülkiyet hakkının gerçek anlamda bir mülkiyet hakkı olmayıp, tıpkı karasuları, hava sahası v.b. gibi egemenlik hakkından kaynaklanan bir hak ve denetim, gözetim ve koruma hakkı olduğu açıklamasıdır.

   Cumhurbaşkanlığınca ikinci kez görüşülmek üzere iade edilme gerekçesindeki dikkat çekicihusus ise (öncelikle birinci geri göndermedeki gerekçelerin devam ettiği belirtilerek) şöyledir:

 “Orman niteliğini 31.12.1981 gününden önce yitirmiş alanların, bu duruma kasıtlı eylemleriyle  neden olan kişilere satılması yolunun açılması, işgalcilerin bu yerlerin sahibi olabilmelerine olanak tanınması hukuk devleti ve adalet ilkesiyle bağdaştırılamaz.

Suç işleyerek ormandan yer elde etmiş kişi ya da kurumların bu yolla ödüllendirilmesi, ormana zarar vermeyen, yasalara ve Anayasa’ ya saygılı yurttaşların Devlet’ e hukuka ve yasalara güvenini sarsacaktır.

Ayrıca, ormanlık alanlarının tahribine ve orman varlığının sona erdirilmesine yönelik eylemlere anayasal dayanak kazandırılması, işgale ve ormanların tahrip ve yağmasına süreklilik kazandıracaktır.

Hukuksal statü olarak orman alanı dışına çıkarılan yerlere sahip olanların ya da bu alanlara kurulacak konut ve sınai tesislerin, bu alanlara bitişik ormanlara verebilecekleri zararın nasıl önlenebileceği ise, ayrı bir sorun olarak önemini korumaktadır.”

 

Orman Kanunundaki 2B Maddesi ve Ecrimisil Tartışması :

1. Her ne kadar orman dışına çıkartma işlemi önceki Orman Kanununda (3116) mevcut olsa da, şu andaki 1956 tarih ve 6831 Sayılı Orman Kanununda 2B uygulaması 1961 Anayasasının 1970 yılında 1255 Sayılı Kanunla değiştirilmesi sonrası ile 1744 Sayılı Kanun ile Orman Kanununun değiştirilmesi ile başlamış, fakat 2B kavramı 1982 Anayasasının kabulü sonrası 1983 yılındaki 2896 Sayılı Kanun ile Orman Kanununa girmiştir.

2.Bu özet tarihçeden sonra Eko-Hukuk olarak 2B maddesinde bizi en çok ilgilendiren ve kamu oyunu yanlış bilgilendirmede esas alınan “bilim ve fen bakımından nitelik kaybı” tanımı üzeride duralım. Önce böyle bir tanımın bilimsel dayanağı var mı dır? Tanımın bilimsel dayanağı yoktur ama mevzuat dayanağı vardır, bu da “6831 Sayılı Orman Kanununa Göre Orman Kadastrosu ve Aynı Kanunun 2/B Maddesinin Uygulanması Hakkında Yönetmelik” (R.G. 02.09.1986-19209) Madde 32 de olup, şöyledir :

“Madde 32- Üzerinde ağaç ve ağaççık toplulukları bulunmayan, ormancılık faaliyetleri ve ekonomisi yönünden orman kurulmasında yarar olmayan yerler bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş sayılır.”

   Görüleceği üzere buradaki bakış açısı da ağaç varlığı ve ekonomik olup, ekolojik değildir. Bırakalım ekolojiyi, su ve toprak rejimini korumak, orman bütünlüğünü bozmamak gibi  en temel ögeler dahi bu tanımın içinde yoktur. Bu ormanı sadece odun kaynağı olarak gören bir açıklamadır. Bir yerin orman vasfını kaybedebilmesi için ya üstünün sularla veya lavlarla veya başka bir örtü ile kaplanması gerekir. Konunun bilimselliğinin ötesinde iki kez tarihle (15.10.1961  ve 31.12.1981 gibi) sınırlandırılması da, endişenin bilim değil başka şeyler olduğunu göstermektedir.

3.2B İçinde de katılmadığımız kavramlardan birisi de “şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu alanlar” tanımı olup, bunun sonucu çözen bir maddeden ziyade sorunu yaratan bir madde olduğunu düşünmekteyiz. Orman alanları işgal edilip, örneğin kentimizin anlı şanlı ilçeleri oluşup, buraları bir daha ormana kazandıramayacağımız için mi bu maddeyi kullanıyoruz, yoksa bu maddelerin varlığı mı orman işgalini yüreklendiriyor ve sonuçta işgalciyi ödüllendiriyor, sormak araştırmak gerekir!

4. Yine bu tanım içindeki “tarla, bağ bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık (antep fıstığı, çam fıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak yaylak gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler” tanımı da ormanların tahribinin sonucunu düzenlememekte, tahribatın bizzat sebebini oluşturmaktadır.

    Sonuç olarak gerek 2B ve bunun dayanağı Anayasanın 169/son fıkrası bir çözüm değil, sadece sorunun asıl kaynağıdır. Sözün özü de budur! Ecrimisile  gelince;

5. Ecrimisil’in yasalarımızda açık bir tanımı olmasa da, Mecelle’nin 414ncü maddesindeki tanım geçerliliğini korumaktadır. Bu konuda tespit edebildiğimiz tek tanım şu anda yürürlükte olup olmadığını tespit edemediğimiz “Devlete Ait Taşınmaz Mal Satış, Trampa, Kiraya Verme, Mülkiyetin Gayri Ayni Hak Tesis, Ecrimisil ve Tahliye Yönetmeliği”nin 2nci maddesindeki tanım olup, burada ecrimisil “Bir malın sahibinin rızası dışında ve onun bu malı kullanmamakla bir zarara uğrayıp uğramayacağı söz konusu edilmeksizin bu maldan işgal, tasarruf veya her ne şekilde olursa olsun yararlanılması sebebiyle fuzuli şagil tarafından ödenen veya idarece talep edilen tazminat” diye tanımlanmaktadır.

6.  Anayasa değişikliğindeki bir gerekçe de işgal altındaki alanların işgalcilerine satılarak 25 milyar dolar gelir elde edileceği hususudur. Ülke içinde bu kadar paranın işgalcide olduğunu veya bu bedeli ödeyecek insanların var olduğunu düşünsek dahi bu miktardaki kaynağın yer değiştirmesinin ekonomik dengelerde yaratacağı tahribat  ekonomistleri günlerce uykusuz bırakmaya yetecektir. Görüleceği üzere ormanın odun kaynağı yerine, kaynak anlayışı altın yumurtlayan kazın kesilmesi gibi, ormanların tümüyle satılması sonucu oluşacak kaynağa kaydırılmakta ve hukuk tümüyle zorlanmaktadır. Bu zorlamalar yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere  referandum sınırına dayanmıştır. Halbuki Hükümet hukukun kendisine verdiği hakkı kullanarak işgalcilerden ecrimisil alırsa (–ki bunun için yeni bir yasaya da gerek yoktur) ihtiyacı olan sürekli bir kaynağa kavuşur, ama ne kadar oy kaybeder,  bu göze alınabilir mi işte orası bilinemez. Bunun için 2nci maddenin son fıkrasında düzeltme yapılarak ecrimisil alınmayacağı hükmünün kaldırılması yeterli olacaktır. Fakat iktidar grubu içinde hazırlanan bir kanun teklifinin yasalaşmadan geri çekildiğini hepimiz bilmekteyiz.

 

Uygulamada 2B Dayanaklı Emsal Olaylar :

Örnek-1: Orman Bakanlığının orman alanlarında zeytincilik faaliyetleri ile ilgili açılan davalar (Danıştay 8nci Daire 2002/13 Esas, 2003/1949 Karar ve 2002/16 Esas, 2003/1950 Karar)

Örnek-2: Çevre ve Orman Bakanlığının Ağaçlandırma Yönetmeliği ve Orman Kanunu 2 ve 57nci maddeleri ile ilgili olarak açılan dava (Danıştay 8nci Daire 2003/5450 Esas)

 

C) TARİHSEL SÜREÇTE ORMANLARIMIZ VE EKO-HUKUK AÇISINDAN DEĞERLENDİRME :

“Türkiye’nin ormancılık oluş tarihi yazılmak istenirse, onun bir orman yıkım tarihinden başka bir şey olmadığı görülür” demektedir Prof Dr. Ali Kemal YİĞİTOĞLU. Bu söz üzerine ne denebilir bilemiyorum ama ormanlarımıza yönelik tahribat temel olarak kanunlar, işgaller ve işletme nedeni ile üç boyutlu olmuştur denebilir. 1945 Yıllarında sona eren özel işletmecilik tahribatı bir yana bırakılırsa ormanlarda en büyük tahribat çıkartılan kanunlar ve işgaller  ile yapılmış ve bu yaygın deyişle DUMANSIZ YANGIN olarak nitelendirilmiştir. Sempozyumun birinci gününde Sayın ATBAŞOĞLU tarafından “Görünmeyen Yangın 2B” diye ve haklı olarak yine kullanılmıştır. Özellikle Cumhuriyetimizin kuruluşunun ilk yıllarındaki ekonomik zorunluluklar gereği çıkartılan Baltalık Kanunu (1920 Yılı 39 Sayılı), Yabani Ağaçların Aşılattırılması Hakkında Kanun (1929 Yılı 1528 Sayılı), İskan Kanunu (1934 Yılı 2510 Sayılı) gibi kanunları bir tarafa bırakırsak, 1961 Anayasasının sağladığı güvencelerin 1970 yılındaki 1255 Sayılı Kanunla delinmesine kadar geçen sürenin dışındaki kanunlaşma faaliyetleri hep ormanların aleyhine olmuştur. Eko-Hukuk açısından buradaki temel sorun; ormanların doğal varlık olarak değil, doğal kaynak olarak görülmesidir. Bu bakış Anadolu’yu meşe denizinden, çöl öncesi konuma getirmiş, Ankara savaşında Timur’un fillerini sakladığı ormanlar adeta tarih değil de geçek dışı masal anlatımına dönmüştür. Türk ormancılığı Dünyadaki özellikle çevre bilinci ve hukukunun gelişmeye başladığı ve ekolojinin bir bilim dalı olarak görülmeye başlandığı 70’li yıllardan bu yana kendisini çağa uyduramamış ve hala ormanı, Orman Kanununun birinci maddesindeki tanımda olduğu gibi “Ağaç ve ağaççıklar topluluğu” olarak tanımlayarak ormanı bir odun kaynağı olarak görmektedir. Hem de ne pahasına ;

.Orman alanları Ülkemizin ¼ alanı kadar bir alana (%26/27) inmiş olmasına,

.Bunun yarısının bozuk orman sayılmasına,

.Buna rağmen elde avuçtaki bu azıcık ormanın %92/93 oranında doğal orman olmasına, 

  (-ki Avrupa’da bu oran %3 dür)

.Ülkemizin 10.000 civarındaki bitki çeşidinden endemik (sadece o bölgede yetişen) olarak nitelendirilen 3.000 adedinin büyük çoğunluğun bu orman alanı sayılan yerlerde olmasına,

rağmenbu bakış devam etmekte ve maalesef bir kısım ormancılar tarafında savunulabilmektedir de!

   Halbuki orman; en büyük kara eko sistemi ve içinde odun ve odun dışı ürünler, rekreasyon, iklim düzenleme, yağış kontrolu, yaban hayatı, yer altı aküferlerinin beslenmesi, bitki çeşitliliği ve gen deposu olma, oksijen üretimi ile Dünyamızın en büyük derdi olan karbon emisyonunu dengeleme gibi pek çok doğal kaynağı içinde barındıran en büyük ve en önemli ve en yaşamsal bir doğal varlıktır.

   Bu bakış açısı ile hem sempozyum ve hem de eko-hukuk açısından çözüm önerilerimiz ise şöyledir ;

 

D) ÇÖZÜM ÖNERİLERİ :

1)Aşağıda açıklanan alt yapı koşulları yeniden düzenleninceye değin gerek 6831 sayılı Orman Kanunu ve gerekse 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na göre yapılan kadastro çalışmaları durdurulmalıdır.

2) Orman kadastrosu çalışmaları ülke genelinde sonuçlandırılıp sonuçları tapuya tescil edilene kadar satış işlemi yapılmamalı; işgal edilerek şehir kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerlere dönüştürülmüş “2B arazilerini” herhangi bir biçimde kullananlardan da bu süre içinde yörenin geçerli kira bedeli üzerinden hesaplanacak düzeyde ecr-i misil alınmalıdır.

3)6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2. Maddesinin B bendi değiştirilerek, “bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetme” durumuna açıklık getiren ölçütler arasında, daha önce olduğu gibi; ·“su ve toprak rejimine zarar vermeme”, ·“orman bütünlüğünü bozmama”, ·“çevresindeki orman ekosistemlerinin tüm öğeleriyle kendisini yenileyebilme gücüne zarar vermeme” ve ·“ormancılık çalışmalarının etkenlik, verimlilik ve kârlılık düzeylerini düşürmeme”vb koşulların da eş zamanlı olarak aranması sağlanmalıdır.

4)6831 sayılı Orman Kanunu’nun 7. Maddesi değiştirilerek herhangi bir yer için  “orman sınırları dışına çıkarma” kararını veren orman kadastro komisyonlarının üye bileşimi; “ormancılık bilimi ve tekniğinin gereklerinin yerine getirilebilecek” biçimde düzenlenmeli; orman mühendisi sayısı, salt çoğunluğu oluşturabilecek düzey getirilmelidir.

5)3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun kadastro ekiplerinin orman kadastrosu da yapabilmelerine olanak veren 4. Maddesi yürürlükten kaldırılmalıdır.

6)6831 sayılı Orman Kanunu’nun orman kadastro komisyonlarının  orman sınırları dışına çıkarma işlemlerine itiraz edilmesiyle ilgili 11. Maddesi değiştirilerek ilgili devlet orman işletmesi müdürlüklerine; TMMOB Orman, Ziraat ve Çevre Mühendisleri ile Şehir Plancıları Odaları’nın ve kamuya yararlı gönüllü kuruluşlara da itiraz edebilme olanağı verilmelidir.

7)Orman sınırlarını belirleme ve tapuya tescil çalışmaları beş yıldan daha kısa bir süre içinde bitirilmelidir.

8)Orman kadastrosu ve tescil çalışmaları bitirildikten sonra Anayasanın “orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerler...” ve “...tarihinden önce orman niteliğini tam olarak yitirmiş...yerlerin” orman sınırları dışına çıkarılmasına olanak veren hükümleri ile 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2. maddesi tümüyle yürürlükten kaldırılmalıdır.

9)Orman kadastrosu çalışmaları sırasında herhangi bir nedenle “orman sınırları dışına çıkarılan” yerlerden “şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak” bulunduğu yerler, bu tür eylemleri caydırıcı düzenlemelerle değerlendirilmeli; orman köylüleri tarafından kullanılmakta olan araziler ise,Anayasamızın 170. Maddesinde öngörüldüğü gibi, devlet eliyle imar ve ıslah edildikten sonra orman içi köylülerinin, arazi kullanım planlarına uygun olarak kısmen veya tamamen yerleştirilmesine tahsis edilmesi sağlanmalıdır.

10)Artık  herkes  Medeni  Hukuk  ve  Kamu  Hukukunda   tespit  edilenlerden  farklı  bir  mülkiyet  anlayışına  hazırlanmalıdır. Artan  nüfus  sonucunda  Dünya  ve  Türkiye  eskisi  kadar  geniş değildir ve  topraklar  üzerinde  dilediğimizce hareket  etmemize  olanak  tanımamaktadır. Toplu  yerleşim  alanlarına  dönüşmüş  olan  ve 2B  alanı  diye  nitelendirilen  yerlerde  satış  sonucu  özel  mülkiyet  yerine mülkiyetin Devlet  veya  yerel  yönetimlerde  kaldığı  ve  kullanıcılarından  kira  alınan ama ölçülü  miras  hakkının  bulunacağı veya  buna  benzer  farklı  tasarruf  yöntemlerinin  hukuku  oluşturulmalıdır.    

11)Görülmektedir ki 2B  tipi  olaylarda  ülkemizin  her  noktasında  farklı  olaylar, farklı sorunlar ve farklı  çözümler  oluşmaktadır. Bu  durumda,  konuyla  ilgili  genel  ilkeler  tespit  edilmeli, olay  bazında  ise  bilim  adamlarının  görüşü  alınıp  yargıca  konuyu  olay  bazında  takdir  hakkını  kullanarak  çözme  yetkisinin  verileceği  bir  hukuk  oluşturulmalı  ve  2B  ve  hele  bunun  dayanağı  169/son  fıkraları  hukukumuzdan  çıkarılmalıdır. 

12)Belirtmeliyiz ki bu sadece mevcut orman mevzuatında geçici bir iyileştirme sağlayacaktır. Köklü çözüm ormanları ekolojik bir bakış açısıyla ve en önemli doğal varlık olarak kabul eden  ve  havza  yönetimini  esas  alan  bir düşünce ile yeniden orman yasası başta olmak üzere bütün orman mevzuatının yenilenmesidir.

Saygılarımla.

Gayrettepe/EYLÜL-2004

                                                                        

                                                                                               

 

                                                                                                   Av.Ömer AYKUL

                                                                                  İstanbul Barosu Çevre ve Kent Hukuku

                                                                                                  Komisyonu Başkanı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA:

1. T.C. Anayasaları  ve Orman  Mevzuatı

2. Eko-Ekonomi ( Lester R. BROWN, TEMA Yayınları / 2003)

3.  Ormancılığımızın  Tarihçesine  Kısa  Bir  Bakış (Turhan GÜNAY,

    Tarım Orkam-Sen  Yayını/ 2003)   

4. Ormancılık  Hukuku (Türkiye  Çevre Vakfı Yayını/ 1999)

5. Ecrimisil  Davaları ( Ali Rıza DÜZCEER, Yetkin  Yayınları/ 1997)

6. Eco-Justice  (World Watch Paper-127 / 1995)